Ara Altun
1071 Malazgirt Savaşından sonra tümüyle Türklere açılan Anadolu’da, 13. yüzyılın sonuna kadar süren bir dönemin sanatına verilen genel isim, Selçuklu Çağı Sanatı’dır.
Önce ıznik, sonra Konya’yı başkent yapan Anadolu Selçuklularının ikinci derecede merkezleri Kayseri ve Sivas ile çevreleri olmuştur.
Özellikle 12. yüzyıl boyunca, batıda Bizans ile ilişkilerini ve Haçlı seferlerine karış mücadelesini sürdüren Anadolu Selçukluları, taht kavgalarını da çözümlemek zorunda kalmış, yoğun bir siyasal ortamda yaşamıştır. Bu süre içinde, özellikle doğu ve güneydoğu Anadolu’da ılk Türk Devletleri, zaman zaman Anadolu Selçuklu Sultanlığını veya ıran ve Suriye Selçuklularının yüksek egemenliğini tanıyarak, erken dönemin mimarlık ürünlerini vermeye başlamışlardır. Bunlar arasında Sivas, Kayseri, Malatya çevresinde 1071-1174 arasında Danişmentliler; Hasankeyf, Mardin, sonra Diyarbakır merkezleri ve Harput’da 1101-1312 arasında Artuklular; Erzurum’da 1081-1202 arasında Saltuklular; Erzincan, Kemah, şebinkarahisar, Divrik merkezlerinde 1171-1252 arasında Mengücüklüler Anadolu Türk Mimarlığının şekillenmesinde, erken dönemin önemli denemelerini ortaya koymuşlardır.
Anadolu Türk Mimarlığının genel karakterini kesme taş malzeme, taş işçiliğine dayanan süsleme ve yalın bir mekân etkisi meydana getirir. Tuğla, sırlı tuğla, mozaik çini ve bazen de alçı genellikle süsleme malzemesi olarak kullanılmış, çok az örnekte, Büyük Selçuklu mimarlığının genel karakteri olan tuğla malzeme, süsleme amacı dışında, yapı malzemesi olarak da ele alınmıştır.
Anadolu Selçuklu çağı mimarlığının diğer bir özelliğini de cepheler ve ışıklandırma meydana getirmektedir. Dışa açık geniş pencere düzeni, özellikle erken dönemde, görülmemektedir. Bunun yerine, üst hizalarda yer alan tepe pencereleri ile yapıların ortalarında, örtüde meydana getirilen açıklıklar ışıklandırmayı sağlamaktadır. Bu orta açıklıkların, her tip yapıda, iç avlunun geleneğini yaşattığı düşünülebilir.
Cephelerde taç kapılar genel bir özelliktir. Çoğunlukla mukarnaslı niş biçimindeki kemerli kapılar, birkaç sıra ve çeşitli taş işçiliği gösteren bordürlerle çerçeve içine alınmıştır.
Cephelerde, taç kapıların iki yanında veya cepheyi sınırlayacak biçimde iki yanda, minareler, bazı merkezlerde, özellikle 13.yy.ın ortasından itibaren yaygınlaşmıştır.
Plan ve form tasarımı bakımından yapı tiplerinin kendi içlerinde belli bir gelişimini izlemek mümkündür. Bu bakımdan yapı tiplerini ele alarak, genel karakterini belirlemek mümkündür.
Selçuklu çağı Anadolu Türk Mimarlığında, günümüze ulaşabilen anıt niteliğindeki mimarlık ürünlerinin büyük kısmı dini mimarlık örnekleridir. Camiler bunların en ilgi çekicileridir. Dini eğitim yanında, din dışı eğitim de yapılan ve çağının yüksek öğretim kurumları olan medreseler, ikinci bir gurubu meydana getirirler. Mezar anıtlarının da, Anadolu’da ilgi çekici bir gelişmesi vardır. Kervansaraylar ise en gelişmiş biçimiyle Anadolu’da Selçuklu çağında ortaya çıkmış olan Ortaçağ’ın önemli mimarlık örnekleridir ve yüzden fazla sağlam örneği Anadolu’da günümüze ulaşabilmiştir. Selçuklu dönemi Anadolu Saray ve Köıkleri, son yıllardaki kazılarla aydınlatılmış, geniş alanlara yayılmış yapı toplulukları olarak dikkati çekerler. Özellikle çini süslemeleri şaşırtıcı detay zenginliği göstermesi bakımından ilgi çeker. Bu çinilerdeki figürlerle birlikte, her tip yapıda rastlanan taş kabarta figür detayları Selçuklu çağı Anadolu Türk mimarlığının diğer bir ilgi çekici yönünü meydana getirir.
Camilerde; Güneydoğu Anadolu başta olmak üzere erken dönem Anadolu Türk mimarlığında, şam Emeviye Camiinin modelini tekrarlayan Diyarbakır Ulu Camii günümüze ulaşabilen en erken örnek olmaktadır. Geniş bir avlu’nun güneyinde enine gelişen çok direkli ana mekân, tasarımın aslını meydana getirir. Siirt ve Bitlis Ulu Camilerinde de zamanla aynı biçime ulaşılmış olduğu gözlenir. Enine gelişen bir ana mekânın ortasında ve mihrap önünde kubbenin yer aldığı plan tasarımı ise Artuklu camilerinde ortaya çıkar ve yerleşir. Silvan ve Mardin camilerinden sonra, Kızıltepe Ulu Camii bu tipin en gelişmiş örneğidir. Buna karışlık, Danişmentli camilerinde, çok ayaklı ana mekân, mihrap önünde kubbe motifini vazgeçilmez biçimde kullanmakla birlikte, mekân enine gelişmeyi bir yana bırakmakta, kuzeydeki geniş avlu, yerini ana mekânın ortasına, merkeze alınmış iç avluya bırakmaktadır. Çoğunlukla üzeri açık bırakılan veya camekânla örtülen bu iç avlu aynı zamanda ışıklandırmaya da yaramaktadır.
ılk Türk Beyliklerinin ve Anadolu Selçuklularının camilerinde Artuklular’ın enine gelişen tasarımı dışında, genellikle mihrap önünde kubbeli bölümün yer aldığı, çok ayaklı bir düzen gözlenmektedir. Ancak, orta açıklık veya bunu yaşatan camekân toplayıcı olmakta, çok az örnekte, doğrudan dikine bir gelişme gözlenmektedir. Özellikle mihrap duvarı yönünde enine bir gelişme, gerek örtüde, gerekse alt bölümde mutlaka yapıya egemen olmakta, mihrap önü kubbesiyle de bu durum vurgulanmaktadır.
Geniş orta avlusu, tuğlanın da kullanıldığı malzemesi ve genel plan tasarımı ile ıran Büyük Selçuklu camilerini andıran Malatya Ulu Camii tek örnek olarak kalmaktadır. Malatyalı mimarı bilinen bu yapı, Anadolu Selçuklu çağı mimarlarının ıran’daki Büyük Selçuklu mimarlığına yabancı olmadıklarını, ancak, Anadolu’da yeni bir tasarımı gerçekleştirmek için çalıştıklarını kanıtlayan güzel bir örnektir. Bu çabalar, Beylikler ve Osmanlı dönemi mimarlığının temellerini atacaktır.
Cami ile Medrese’nin birleştirilerek ele alındığı bir mimari tasarıma Kayseri’de Danişmentli döneminden Kölük Camiinde, sonra da Selçuklu döneminden Hacı Kılıç Cami-medresesinde rastlanmaktadır. Bu çaba, Amasya’da Gök Medrese-Camii gibi ilgi çekici denemelerden sonra, Osmanlı mimarlığında, medresenin caminin avlusunda yer almasıyla sonuçlanacaktır. Anadolu Selçuklu Camilerinin önemlilerini Konya Alaeddin Camii, Niğde Alaeddin Camii, Malatya Ulu Camii, Kayseri Huand Hatun Camii, Bünyan, Sinop, Develi Ulu Camileri gibi örneklerle çoğaltmak mümkündür.
Bu dönemin önemli bir tipini de ağaç direkli camiler oluşturur. Ağaç direkler üzerinde düz damlı bu yapılarda diğer camilerin tasarımını detaylarda yakalamak mümkündür. Özellikle ortada açıklık-ışıklık bölümleriyle, ağaç işçiliği örnekleriyle dikkati çekici yapılardır. Afyon, Sivrihisar, Ankara Arslanhane, Beyşehir Eşrefoğlu Camileri bunların önemli örnekleridir. Beyşehir örneğinde, tuğladan mihrap önü kubbesi heriki tipin kaynaştırıldığı bir örneği meydana getirmektedir.
13.yy. içinde, özellikle Konya ve çevresinde örnekleri görülen tek kubbeli küçük ölçüdeki mescitler, hazırlık mekânlarıyla dikkati çeker.
Bu gelişme, küçük denemeler biçiminde, Beylikler ve Osmanlı dönemi mimarlığının son cemaat yerleri bulunan tek kubbeli camilerinin tasarımını hazırlayan bir temel olarak görülebilir.
Medreselerde; Anadolu Türk Mimarlığında, iki başlıca tip medresenin paralel bir gelişme içinde 13.yy.ın sonuna kadar yapıldığı görülmektedir. Bunlardan birincisi, tek ya da iki katlı olmakla birlikte, eyvanlı bir orta avlu düzenine dayanmaktadır. Eyvan sayısı tek, iki, üç ya da dört olabilmekte, avlu da revaklı ya da revaksız olabilmektedir. Avlu çevresinde eyvanlardan artan bölümlerde hücreler bulunmaktadır. Çoğunlukla taç kapılarının süslemeleri, eyvanlarının kaplamaları ile dikkati çeken bu yapılarda genellikle köşe odaları kubbeli olmakta, bazen de kapalı bir mescit ve türbe yer almaktadır. Bu tip yapılara genelde avlulu medreseler adı verilmektedir. Aynı biçimde tasarlanmış fakat ortadaki avlusunun üzeri kubbe ile örtülü olan medreselere de genelde kubbeli medreseler adı verilmektedir. Bunların bir bölümünün gözlemevi olduğu anlaşılmaktadır.
Avlulu medreseler grubunun ilk örnekleri Artuklu yapısı olarak Mardin ve Diyarbakır’da karışmıza çıkmaktadır. Oldukça gelişmiş iki katlı bu örneklerden sonra, Kayseri’de Çifte Medrese ile Sivas Keykâvus medreseleri 13.yy. ın başında iki değişik uygulama olarak dikkati çekmektedir. Herikisi de tıp medresesi ve hastahanesi olarak bitişik iki yapıdan meydana gelen bu örnekler, türbeleri, figürlü kabartmaları ve boyutlarıyla dikkati çekerler. Konya’da Sırçalı Medrese, Akşehir Taş Medrese, Kayseri Huand ve diğerleri gibi örneklerden sonra Sivas’da 1271’de yapılan üç medrese, bu tipin en güzel örnekleridir. Sivas Gök Medrese, Sivas Çifte Minareli Medrese, Sivas Buruciye Medresesi, Erzurum Çifte Minareli Medrese’de toplanan özellikleri hazırlayan örneklerdir.
Kubbeli Medreselerin ilk örnekleri ise 12.yy.ın ortalarında Danişmentliler’in Tokat ve Niksar Yağıbasan medreseleriyle başlar. Mengücüklüler’in Divriği Ulu Camiine bitişik Turan Melik ıifahanesinde değişik bir örneği görülür. Selçuklu kapalı veya kubbeli medreseleri ise Isparta Atabey’deki Ertokuş Medresesiyle Afyon Boyalıköy Medresesi örneklerinden sonra, Konya’da iki muhteşem uygulama ile karışmıza çıkar. 1251 yılından Karatay Medresesi, dengeli ve simetrik planlı, mermer taç kapısı, ortadaki geniş kubbesiyle kendini belli eder. Kubbenin içi ve ana eyvanı zengin çini mozaik süsleme ile kaplıdır. 1260-65 den Sahip Ata’nın mimar Kölük bin Abdullah’a yaptırdığı Konya ınce Minareli Medrese ise, aynı plan şemasını aşağı yukarı tekrarlayan, iç mekânda, sırlı tuğlanın hafif kullanıldığı bir yapıdır. Buna karışlık cephesinde yüksek ve dikkati çekici, yüksek kabartma taş işçiliğine sahip taç kapısı, bütün sanat tarihçilerinin dikkatlerini üzerinde toplamıştır. Bitişiğindeki tek kubbeli ve dışa açık mesciti birleştiren uzun ve çift şerefeli yivli minaresinin büyük kısmı depremde yıkılmıştır. Çay’da Taş Medrese, Kırşehir Caca Bey Medresesi, bu dönemden diğer kubbeli medrese örnekleridir.
Kayseri’de Huand Hatun, Konya’da Sahip Ata gibi külliye olarak yapılan yapılarda, hamam, türbe, hanikâh gibi çeşitli fonksiyonlardaki yapılar, cami ve medrese ile birlikte topluca ele alınmaktadır.
Mezar Anıtlarında; Bir bölümü özellikle medreselerle birlikte veya camilere bitişik olarak yapılan Anadolu Selçuklu çağı mezar anıtları da medreseler gibi iki ana tipte incelenir. Türbeler ve Kümbetler. Türbeler, genellikle kare veya çokgen gövdeye sahip, çoğunlukla kubbe ile örtülü mezar anıtlarıdır. Kümbetler ise, aynı biçimdeki gövdelerinin üstündeki kubbeleri piramit ya da koni biçimi bir külâhla örtülü, altında da mumyalık adı verilen ölü gömme odasının bulunduğu bir yapı tipidir. Bu çok genel tarifler, form olarak yapıları birbirinden ayırmak için kullanılmaktadır. Türbeler’in Anadolu’da bir de özel tipi Eyvan biçimi türbeler olarak karışmıza çıkmaktadır.
XII.yy.dan Danişmentli, Mengücüklü, Saltuklu Kümbetleri Anadolu Selçuklu Kümbetlerini hazırlayan örnekler olmuşlardır. Artuklularda ise, tek başına türbe veya kümbete rastlanmamıştır.
Selçuklu Sultanlarından çoğunun gömülü olduğu on kenarlı bir kümbet biçimindeki mezar anıtı Konya Alaeddin Camii avlusundaki II. Kılıçarslan Kümbeti’dir. Bir diğer Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykâvus ise, Sivas’daki medresesinin güney eyvanında gömülüdür ve üzerine tuğladan on kenarlı bir kümbet yapılmıştır. Medrese ve camilere bağlı çeşitli türbe ve kümbetlerden başka ilgi çekici bir mezar anıtı, Tercan’da Mama Hatun Kümbeti’dir. 13.yy. başlarında Ahlatlı bir ustanın kitabesini taşıyan mezar anıtı, daire biçiminde bir çevre duvarı ile kuşatılmış, ilgi çekici taç kapıya sahiptir. Bu çevre duvarının ortasında ise dilimli gövde ve külâha sahip kümbet yer almaktadır. Kayseri’de Döner Kümbet, oniki köşeli gövdesiyle kümbet tipinin tek başına ilgi çekici bir uygulamasıdır. Kayseri’den sonra Ahlat, 13.yy. kümbetleriyle dikkati çektiği kadar, mezar taşlarıyla da üzerinde durulan bir merkezdir. Burada şeyh Necmeddin, Hasan Padişah, Çifte Kümbetler gibi örneklerin en dikkate değerlerinden birisi, silindir gövdesiyle Ulu Kümbet’dir. Anıtsal bir çadır gibi her taraftan görülebilen, taş işçiliği detaylarıyla da dikkat çeken bir yapıdır. 1278 den kalan Amasya Turumtay Türbesi, tonozlu yapısı, cephesini kaplayan kalkan duvarı ile değişik bir uyguluma olarak karışmıza çıkar. Eyvan Türbelere doğru bir adım olarak görülebilen bu yapıdan başka, Konya, Afyon, Kütahya çevrelerinde yaygın olarak karışlaşılan “eyvan türbeler”, altta mumyalık, üstte bir eyvan yapısından meydana gelmektedir. Bunların en anıtsal örneği olarak Konya Musalla mezarlığındaki Gömeç Hatun Türbesi gösterilebilir.
Kervansaraylarda; Anadolu’da Selçuklu çağı mimarlığının bütün özelliklerini, mekân denemeleri ve taç kapılardaki taş süslemeleriyle sergileyen en önemli yapılar, Ortaçağın en ilgi çekici kurumları halinde karışmıza çıkan kervansaraylardır. Anadolu öncesi benzer yapılarda rastlanan “ribat” deyimine Anadolu kervansaraylarının bir bölümünün yazıtlarında da rastlanır. Her türlü yol bakım ve hizmetinin vakıf olarak yapıldığı ve belirli menzil aralıklarında kurulu bulunan bu konaklama yapıları kervan ve kervan yolcularının hertürlü gereksinimini karışlayacak teşkilata sahipti. Kesme taştan kaleyi andıran bu konaklama yapıları, geniş teşkilatları, özenli taş işçiliği, taş süslemeleri, özellikle kapalı bölümlerinin çok etkileyici mekânlarıyla gerçekten sarayları aratmayacak düzendeydi. Anadolu’da bu yapıların genel adı “han” olmakla birlikte “kervansaray” sonradan yakıştırılmış fakat uygun bir terimdir. Bunlardan dokuzu Selçuklu sultanları tarafından yaptırılmış “sultanhanları”dır. Diğerlerinin sayısı yüzü geçer.
En belirgin örnekleri “sultanhanları”nda görülen Anadolu Selçuklu kervansarayları genellikle iki bölümden oluşur.
Taç kapının belirgin olarak cepheyi süslediği bu yapılarda birinci bölüm açık avlu esasına dayanır. Bu avlu çoğunlukla revaklıdır. Revaklar arasında sayıları değişen eyvanlar da yer alır. Sultanhanları plan düzeninde, avlunun ortasında “köıkmescit” denilen bir yapı vardır. Dört ayak ve dört kemer üstünde yükselen kare planlı bu mescit, bazı örneklerde, taçkapının üstüne alınmış ve öyle uygulanmıştır.
Dıştaki taçkapı gibi bir diğeri kapalı “hol” bölümüne götürür. Üç ya da beş nefli, kalın taş ayaklar üzerinde yükselen tonozlarla örtülü bu kapalı mekânın merkezinde, kasnakla yükseltilmiş ve fener görevi de olan kubbeli bir bölüm görülür. Bu tipin en güzel örneklerinden biri Konya-Aksaray yolundaki mimar Muhammed Havlan’ın Alaeddin Keykubat için yaptığı Sultan Hanı’dır. 4500 m2’lik bir alanda kurulu olan bu han süslemeleriyle de ayrıca dikkate değer. Sultanlar tarafından yaptırılmış olan iki han, genel şemanın dışında denemelere işaret eder. Evdir Han, iki sıra revak şeklinde, dört eyvanlı bir uygulama biçiminde günümüze ulaşmıştır. Alaeddin Keykubat’ın Alara Hanı ise eş odaklı tipte bir yapıdır. Ortaya alınmış bölmeli mekânlar, çepeçevre tonozlu ahır bölümleriyle kuşatılmış, yapının tamamı kapalı tonoz örtüleri altına alınmıştır. Anadolu’da kervan yolları üzerinde rastlanan hanların bazılarının açık avlu bölümleri zamanla yıkılmış, sadece kapalı bölümleri ayakta kalmıştır. Bazılarının yazıtlarından anlaşıldığı kadarı ile kapalı bölüm ile açık avlulu bölüm farklı tarihlerde ele alınmıştır. Yukarıda adı geçenlerden başka, Ağzıkara Han, Karatay Han, Tuzhisarı Sultan Hanı, Kırkgöz Han, Avanos Sarı Han, Zazadin Hanı, Ak Han akla gelen önemli örnekler arasındadır. Çay Hanı, Selçuklu yazıtı bulunan son han olarak saptanmıştır. 1278/79 tarihli bu yapı Mimar Oğul Bey bin Mehmet’in adını da vermektedir. Hanlardaki yazıtlar pek çok mimar ve usta adı ile birlikte, tarihi kaynak teşkil edecek isim ve tarihler taşımaktadır.
Kervan yolları üzerinde, sayısız Selçuklu dönemi köprüsü ile birlikte bu hanlar, güvenli bir ulaşım şebekesi meydana getiriyordu.
Anadolu Selçuklu çağı Saray ve Köıkleri’nin erken örneklerine kazıların ışığında bakacak olursak; 1192’den önce, Konya’da Kılıçarslan tarafından başlatılıp, Alaeddin Keykubat döneminde tamamlanan Saray’dan günümüze mimari olarak fazla birşey kalmamıştır. Ancak buradaki ilginç alçı figürlü kabartmalar ile çini kaplamalardan örnekler müzelerdedir.
Diyarbakır’da 13.yy.ın başlarında yapılan Artuklu sarayının kalıntıları dört eyvanlı şema gösteren bir taht salonuna işaret eder. Kazılarda ortaya çıkarılan bu salonun ortasında çini kaplamalı selsebil ve havuz dikkati çeker. Anadolu Selçuklu Saraylarından diğerlerinin genel karakteri, dağınık yapıların geniş bir alan içinde ele alındığına işaret etmektedir. BeyşehirGölü kıyısındaki Kubadabad (1236) ve Kayseri’deki Keykubadiye (1224-26) sarayları su kenarında bulunmaktadır. Herikisinde de çini kaplamalar, kazılarda ortaya çıkarılmış ilgi çekici örnekler sergilemektedir. Özellikle Kubadabad sarayının insan ve hayvan figürlü çinileri bunlar arasındadır. Alara tepesinde hamamlı bir köık ve figürlü freskolar, Aspendos tiyatrosunun bir bölümünün çini kaplamalarla köık haline getirilmesi yanında, Erkilet Hızırilyas, Argıncık Haydar Bey, Aksaray IV. Kılıçarslan köıkleri ilginç ve küçük denemelerdir. Antalya Yanköy Hisarı (Sillyon) köıkü de bunlar arasında sayılabilir.
1071’den itibaren, 14.yy.ın başlarına kadar geçen bir süre içinde, önce ilk Türk Beylikler, 13.yy.ın başından itibaren de Anadolu Selçuklu Devleti’nin Anadolu Birliğini sağlamasından sonra, Anadolu Selçukluları’nın mimarlık ürünleri, Anadolu’nun Türkleşme döneminde, birer damga gibi kentlerin görünümünü değiştirmiş, kuvvetli bir yaratma heyecanı ile meydana getirilmiş eserlerdir.
Kesme taş mimarinin, taş işçiliği ile bezendiği, kuvvetli mekân etkisine dayalı bu araştırma yapıları, 14.yy.Anadolu Türk Mimarlığının ve dolayısıyla Osmanlı Evrensel Mimarlığının temelini oluşturmuştur. Selçuklu Çağı olarak ele alınan bu dönemin mimarlık ürünleri, Anadolu öncesi Türk Mimarlığının çeşitli denemelerinin, taş malzeme ile, yeni bir araştırma heyecanıyla yoğrulup denendiği eserlerdir. Geleneksel plan ve biçim (form) tasarımları, yeni imkânlarla ilgi çekici denemelere sahne olmuş, devamlılık içinde, yeni arayışlar, çağın mimarlık üslubunun genel karakterini meydana getirmiştir.
1071 Malazgirt Savaşından sonra tümüyle Türklere açılan Anadolu’da, 13. yüzyılın sonuna kadar süren bir dönemin sanatına verilen genel isim, Selçuklu Çağı Sanatı’dır.
Önce ıznik, sonra Konya’yı başkent yapan Anadolu Selçuklularının ikinci derecede merkezleri Kayseri ve Sivas ile çevreleri olmuştur.
Özellikle 12. yüzyıl boyunca, batıda Bizans ile ilişkilerini ve Haçlı seferlerine karış mücadelesini sürdüren Anadolu Selçukluları, taht kavgalarını da çözümlemek zorunda kalmış, yoğun bir siyasal ortamda yaşamıştır. Bu süre içinde, özellikle doğu ve güneydoğu Anadolu’da ılk Türk Devletleri, zaman zaman Anadolu Selçuklu Sultanlığını veya ıran ve Suriye Selçuklularının yüksek egemenliğini tanıyarak, erken dönemin mimarlık ürünlerini vermeye başlamışlardır. Bunlar arasında Sivas, Kayseri, Malatya çevresinde 1071-1174 arasında Danişmentliler; Hasankeyf, Mardin, sonra Diyarbakır merkezleri ve Harput’da 1101-1312 arasında Artuklular; Erzurum’da 1081-1202 arasında Saltuklular; Erzincan, Kemah, şebinkarahisar, Divrik merkezlerinde 1171-1252 arasında Mengücüklüler Anadolu Türk Mimarlığının şekillenmesinde, erken dönemin önemli denemelerini ortaya koymuşlardır.
Anadolu Türk Mimarlığının genel karakterini kesme taş malzeme, taş işçiliğine dayanan süsleme ve yalın bir mekân etkisi meydana getirir. Tuğla, sırlı tuğla, mozaik çini ve bazen de alçı genellikle süsleme malzemesi olarak kullanılmış, çok az örnekte, Büyük Selçuklu mimarlığının genel karakteri olan tuğla malzeme, süsleme amacı dışında, yapı malzemesi olarak da ele alınmıştır.
Anadolu Selçuklu çağı mimarlığının diğer bir özelliğini de cepheler ve ışıklandırma meydana getirmektedir. Dışa açık geniş pencere düzeni, özellikle erken dönemde, görülmemektedir. Bunun yerine, üst hizalarda yer alan tepe pencereleri ile yapıların ortalarında, örtüde meydana getirilen açıklıklar ışıklandırmayı sağlamaktadır. Bu orta açıklıkların, her tip yapıda, iç avlunun geleneğini yaşattığı düşünülebilir.
Cephelerde taç kapılar genel bir özelliktir. Çoğunlukla mukarnaslı niş biçimindeki kemerli kapılar, birkaç sıra ve çeşitli taş işçiliği gösteren bordürlerle çerçeve içine alınmıştır.
Cephelerde, taç kapıların iki yanında veya cepheyi sınırlayacak biçimde iki yanda, minareler, bazı merkezlerde, özellikle 13.yy.ın ortasından itibaren yaygınlaşmıştır.
Plan ve form tasarımı bakımından yapı tiplerinin kendi içlerinde belli bir gelişimini izlemek mümkündür. Bu bakımdan yapı tiplerini ele alarak, genel karakterini belirlemek mümkündür.
Selçuklu çağı Anadolu Türk Mimarlığında, günümüze ulaşabilen anıt niteliğindeki mimarlık ürünlerinin büyük kısmı dini mimarlık örnekleridir. Camiler bunların en ilgi çekicileridir. Dini eğitim yanında, din dışı eğitim de yapılan ve çağının yüksek öğretim kurumları olan medreseler, ikinci bir gurubu meydana getirirler. Mezar anıtlarının da, Anadolu’da ilgi çekici bir gelişmesi vardır. Kervansaraylar ise en gelişmiş biçimiyle Anadolu’da Selçuklu çağında ortaya çıkmış olan Ortaçağ’ın önemli mimarlık örnekleridir ve yüzden fazla sağlam örneği Anadolu’da günümüze ulaşabilmiştir. Selçuklu dönemi Anadolu Saray ve Köıkleri, son yıllardaki kazılarla aydınlatılmış, geniş alanlara yayılmış yapı toplulukları olarak dikkati çekerler. Özellikle çini süslemeleri şaşırtıcı detay zenginliği göstermesi bakımından ilgi çeker. Bu çinilerdeki figürlerle birlikte, her tip yapıda rastlanan taş kabarta figür detayları Selçuklu çağı Anadolu Türk mimarlığının diğer bir ilgi çekici yönünü meydana getirir.
Camilerde; Güneydoğu Anadolu başta olmak üzere erken dönem Anadolu Türk mimarlığında, şam Emeviye Camiinin modelini tekrarlayan Diyarbakır Ulu Camii günümüze ulaşabilen en erken örnek olmaktadır. Geniş bir avlu’nun güneyinde enine gelişen çok direkli ana mekân, tasarımın aslını meydana getirir. Siirt ve Bitlis Ulu Camilerinde de zamanla aynı biçime ulaşılmış olduğu gözlenir. Enine gelişen bir ana mekânın ortasında ve mihrap önünde kubbenin yer aldığı plan tasarımı ise Artuklu camilerinde ortaya çıkar ve yerleşir. Silvan ve Mardin camilerinden sonra, Kızıltepe Ulu Camii bu tipin en gelişmiş örneğidir. Buna karışlık, Danişmentli camilerinde, çok ayaklı ana mekân, mihrap önünde kubbe motifini vazgeçilmez biçimde kullanmakla birlikte, mekân enine gelişmeyi bir yana bırakmakta, kuzeydeki geniş avlu, yerini ana mekânın ortasına, merkeze alınmış iç avluya bırakmaktadır. Çoğunlukla üzeri açık bırakılan veya camekânla örtülen bu iç avlu aynı zamanda ışıklandırmaya da yaramaktadır.
ılk Türk Beyliklerinin ve Anadolu Selçuklularının camilerinde Artuklular’ın enine gelişen tasarımı dışında, genellikle mihrap önünde kubbeli bölümün yer aldığı, çok ayaklı bir düzen gözlenmektedir. Ancak, orta açıklık veya bunu yaşatan camekân toplayıcı olmakta, çok az örnekte, doğrudan dikine bir gelişme gözlenmektedir. Özellikle mihrap duvarı yönünde enine bir gelişme, gerek örtüde, gerekse alt bölümde mutlaka yapıya egemen olmakta, mihrap önü kubbesiyle de bu durum vurgulanmaktadır.
Geniş orta avlusu, tuğlanın da kullanıldığı malzemesi ve genel plan tasarımı ile ıran Büyük Selçuklu camilerini andıran Malatya Ulu Camii tek örnek olarak kalmaktadır. Malatyalı mimarı bilinen bu yapı, Anadolu Selçuklu çağı mimarlarının ıran’daki Büyük Selçuklu mimarlığına yabancı olmadıklarını, ancak, Anadolu’da yeni bir tasarımı gerçekleştirmek için çalıştıklarını kanıtlayan güzel bir örnektir. Bu çabalar, Beylikler ve Osmanlı dönemi mimarlığının temellerini atacaktır.
Cami ile Medrese’nin birleştirilerek ele alındığı bir mimari tasarıma Kayseri’de Danişmentli döneminden Kölük Camiinde, sonra da Selçuklu döneminden Hacı Kılıç Cami-medresesinde rastlanmaktadır. Bu çaba, Amasya’da Gök Medrese-Camii gibi ilgi çekici denemelerden sonra, Osmanlı mimarlığında, medresenin caminin avlusunda yer almasıyla sonuçlanacaktır. Anadolu Selçuklu Camilerinin önemlilerini Konya Alaeddin Camii, Niğde Alaeddin Camii, Malatya Ulu Camii, Kayseri Huand Hatun Camii, Bünyan, Sinop, Develi Ulu Camileri gibi örneklerle çoğaltmak mümkündür.
Bu dönemin önemli bir tipini de ağaç direkli camiler oluşturur. Ağaç direkler üzerinde düz damlı bu yapılarda diğer camilerin tasarımını detaylarda yakalamak mümkündür. Özellikle ortada açıklık-ışıklık bölümleriyle, ağaç işçiliği örnekleriyle dikkati çekici yapılardır. Afyon, Sivrihisar, Ankara Arslanhane, Beyşehir Eşrefoğlu Camileri bunların önemli örnekleridir. Beyşehir örneğinde, tuğladan mihrap önü kubbesi heriki tipin kaynaştırıldığı bir örneği meydana getirmektedir.
13.yy. içinde, özellikle Konya ve çevresinde örnekleri görülen tek kubbeli küçük ölçüdeki mescitler, hazırlık mekânlarıyla dikkati çeker.
Bu gelişme, küçük denemeler biçiminde, Beylikler ve Osmanlı dönemi mimarlığının son cemaat yerleri bulunan tek kubbeli camilerinin tasarımını hazırlayan bir temel olarak görülebilir.
Medreselerde; Anadolu Türk Mimarlığında, iki başlıca tip medresenin paralel bir gelişme içinde 13.yy.ın sonuna kadar yapıldığı görülmektedir. Bunlardan birincisi, tek ya da iki katlı olmakla birlikte, eyvanlı bir orta avlu düzenine dayanmaktadır. Eyvan sayısı tek, iki, üç ya da dört olabilmekte, avlu da revaklı ya da revaksız olabilmektedir. Avlu çevresinde eyvanlardan artan bölümlerde hücreler bulunmaktadır. Çoğunlukla taç kapılarının süslemeleri, eyvanlarının kaplamaları ile dikkati çeken bu yapılarda genellikle köşe odaları kubbeli olmakta, bazen de kapalı bir mescit ve türbe yer almaktadır. Bu tip yapılara genelde avlulu medreseler adı verilmektedir. Aynı biçimde tasarlanmış fakat ortadaki avlusunun üzeri kubbe ile örtülü olan medreselere de genelde kubbeli medreseler adı verilmektedir. Bunların bir bölümünün gözlemevi olduğu anlaşılmaktadır.
Avlulu medreseler grubunun ilk örnekleri Artuklu yapısı olarak Mardin ve Diyarbakır’da karışmıza çıkmaktadır. Oldukça gelişmiş iki katlı bu örneklerden sonra, Kayseri’de Çifte Medrese ile Sivas Keykâvus medreseleri 13.yy. ın başında iki değişik uygulama olarak dikkati çekmektedir. Herikisi de tıp medresesi ve hastahanesi olarak bitişik iki yapıdan meydana gelen bu örnekler, türbeleri, figürlü kabartmaları ve boyutlarıyla dikkati çekerler. Konya’da Sırçalı Medrese, Akşehir Taş Medrese, Kayseri Huand ve diğerleri gibi örneklerden sonra Sivas’da 1271’de yapılan üç medrese, bu tipin en güzel örnekleridir. Sivas Gök Medrese, Sivas Çifte Minareli Medrese, Sivas Buruciye Medresesi, Erzurum Çifte Minareli Medrese’de toplanan özellikleri hazırlayan örneklerdir.
Kubbeli Medreselerin ilk örnekleri ise 12.yy.ın ortalarında Danişmentliler’in Tokat ve Niksar Yağıbasan medreseleriyle başlar. Mengücüklüler’in Divriği Ulu Camiine bitişik Turan Melik ıifahanesinde değişik bir örneği görülür. Selçuklu kapalı veya kubbeli medreseleri ise Isparta Atabey’deki Ertokuş Medresesiyle Afyon Boyalıköy Medresesi örneklerinden sonra, Konya’da iki muhteşem uygulama ile karışmıza çıkar. 1251 yılından Karatay Medresesi, dengeli ve simetrik planlı, mermer taç kapısı, ortadaki geniş kubbesiyle kendini belli eder. Kubbenin içi ve ana eyvanı zengin çini mozaik süsleme ile kaplıdır. 1260-65 den Sahip Ata’nın mimar Kölük bin Abdullah’a yaptırdığı Konya ınce Minareli Medrese ise, aynı plan şemasını aşağı yukarı tekrarlayan, iç mekânda, sırlı tuğlanın hafif kullanıldığı bir yapıdır. Buna karışlık cephesinde yüksek ve dikkati çekici, yüksek kabartma taş işçiliğine sahip taç kapısı, bütün sanat tarihçilerinin dikkatlerini üzerinde toplamıştır. Bitişiğindeki tek kubbeli ve dışa açık mesciti birleştiren uzun ve çift şerefeli yivli minaresinin büyük kısmı depremde yıkılmıştır. Çay’da Taş Medrese, Kırşehir Caca Bey Medresesi, bu dönemden diğer kubbeli medrese örnekleridir.
Kayseri’de Huand Hatun, Konya’da Sahip Ata gibi külliye olarak yapılan yapılarda, hamam, türbe, hanikâh gibi çeşitli fonksiyonlardaki yapılar, cami ve medrese ile birlikte topluca ele alınmaktadır.
Mezar Anıtlarında; Bir bölümü özellikle medreselerle birlikte veya camilere bitişik olarak yapılan Anadolu Selçuklu çağı mezar anıtları da medreseler gibi iki ana tipte incelenir. Türbeler ve Kümbetler. Türbeler, genellikle kare veya çokgen gövdeye sahip, çoğunlukla kubbe ile örtülü mezar anıtlarıdır. Kümbetler ise, aynı biçimdeki gövdelerinin üstündeki kubbeleri piramit ya da koni biçimi bir külâhla örtülü, altında da mumyalık adı verilen ölü gömme odasının bulunduğu bir yapı tipidir. Bu çok genel tarifler, form olarak yapıları birbirinden ayırmak için kullanılmaktadır. Türbeler’in Anadolu’da bir de özel tipi Eyvan biçimi türbeler olarak karışmıza çıkmaktadır.
XII.yy.dan Danişmentli, Mengücüklü, Saltuklu Kümbetleri Anadolu Selçuklu Kümbetlerini hazırlayan örnekler olmuşlardır. Artuklularda ise, tek başına türbe veya kümbete rastlanmamıştır.
Selçuklu Sultanlarından çoğunun gömülü olduğu on kenarlı bir kümbet biçimindeki mezar anıtı Konya Alaeddin Camii avlusundaki II. Kılıçarslan Kümbeti’dir. Bir diğer Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykâvus ise, Sivas’daki medresesinin güney eyvanında gömülüdür ve üzerine tuğladan on kenarlı bir kümbet yapılmıştır. Medrese ve camilere bağlı çeşitli türbe ve kümbetlerden başka ilgi çekici bir mezar anıtı, Tercan’da Mama Hatun Kümbeti’dir. 13.yy. başlarında Ahlatlı bir ustanın kitabesini taşıyan mezar anıtı, daire biçiminde bir çevre duvarı ile kuşatılmış, ilgi çekici taç kapıya sahiptir. Bu çevre duvarının ortasında ise dilimli gövde ve külâha sahip kümbet yer almaktadır. Kayseri’de Döner Kümbet, oniki köşeli gövdesiyle kümbet tipinin tek başına ilgi çekici bir uygulamasıdır. Kayseri’den sonra Ahlat, 13.yy. kümbetleriyle dikkati çektiği kadar, mezar taşlarıyla da üzerinde durulan bir merkezdir. Burada şeyh Necmeddin, Hasan Padişah, Çifte Kümbetler gibi örneklerin en dikkate değerlerinden birisi, silindir gövdesiyle Ulu Kümbet’dir. Anıtsal bir çadır gibi her taraftan görülebilen, taş işçiliği detaylarıyla da dikkat çeken bir yapıdır. 1278 den kalan Amasya Turumtay Türbesi, tonozlu yapısı, cephesini kaplayan kalkan duvarı ile değişik bir uyguluma olarak karışmıza çıkar. Eyvan Türbelere doğru bir adım olarak görülebilen bu yapıdan başka, Konya, Afyon, Kütahya çevrelerinde yaygın olarak karışlaşılan “eyvan türbeler”, altta mumyalık, üstte bir eyvan yapısından meydana gelmektedir. Bunların en anıtsal örneği olarak Konya Musalla mezarlığındaki Gömeç Hatun Türbesi gösterilebilir.
Kervansaraylarda; Anadolu’da Selçuklu çağı mimarlığının bütün özelliklerini, mekân denemeleri ve taç kapılardaki taş süslemeleriyle sergileyen en önemli yapılar, Ortaçağın en ilgi çekici kurumları halinde karışmıza çıkan kervansaraylardır. Anadolu öncesi benzer yapılarda rastlanan “ribat” deyimine Anadolu kervansaraylarının bir bölümünün yazıtlarında da rastlanır. Her türlü yol bakım ve hizmetinin vakıf olarak yapıldığı ve belirli menzil aralıklarında kurulu bulunan bu konaklama yapıları kervan ve kervan yolcularının hertürlü gereksinimini karışlayacak teşkilata sahipti. Kesme taştan kaleyi andıran bu konaklama yapıları, geniş teşkilatları, özenli taş işçiliği, taş süslemeleri, özellikle kapalı bölümlerinin çok etkileyici mekânlarıyla gerçekten sarayları aratmayacak düzendeydi. Anadolu’da bu yapıların genel adı “han” olmakla birlikte “kervansaray” sonradan yakıştırılmış fakat uygun bir terimdir. Bunlardan dokuzu Selçuklu sultanları tarafından yaptırılmış “sultanhanları”dır. Diğerlerinin sayısı yüzü geçer.
En belirgin örnekleri “sultanhanları”nda görülen Anadolu Selçuklu kervansarayları genellikle iki bölümden oluşur.
Taç kapının belirgin olarak cepheyi süslediği bu yapılarda birinci bölüm açık avlu esasına dayanır. Bu avlu çoğunlukla revaklıdır. Revaklar arasında sayıları değişen eyvanlar da yer alır. Sultanhanları plan düzeninde, avlunun ortasında “köıkmescit” denilen bir yapı vardır. Dört ayak ve dört kemer üstünde yükselen kare planlı bu mescit, bazı örneklerde, taçkapının üstüne alınmış ve öyle uygulanmıştır.
Dıştaki taçkapı gibi bir diğeri kapalı “hol” bölümüne götürür. Üç ya da beş nefli, kalın taş ayaklar üzerinde yükselen tonozlarla örtülü bu kapalı mekânın merkezinde, kasnakla yükseltilmiş ve fener görevi de olan kubbeli bir bölüm görülür. Bu tipin en güzel örneklerinden biri Konya-Aksaray yolundaki mimar Muhammed Havlan’ın Alaeddin Keykubat için yaptığı Sultan Hanı’dır. 4500 m2’lik bir alanda kurulu olan bu han süslemeleriyle de ayrıca dikkate değer. Sultanlar tarafından yaptırılmış olan iki han, genel şemanın dışında denemelere işaret eder. Evdir Han, iki sıra revak şeklinde, dört eyvanlı bir uygulama biçiminde günümüze ulaşmıştır. Alaeddin Keykubat’ın Alara Hanı ise eş odaklı tipte bir yapıdır. Ortaya alınmış bölmeli mekânlar, çepeçevre tonozlu ahır bölümleriyle kuşatılmış, yapının tamamı kapalı tonoz örtüleri altına alınmıştır. Anadolu’da kervan yolları üzerinde rastlanan hanların bazılarının açık avlu bölümleri zamanla yıkılmış, sadece kapalı bölümleri ayakta kalmıştır. Bazılarının yazıtlarından anlaşıldığı kadarı ile kapalı bölüm ile açık avlulu bölüm farklı tarihlerde ele alınmıştır. Yukarıda adı geçenlerden başka, Ağzıkara Han, Karatay Han, Tuzhisarı Sultan Hanı, Kırkgöz Han, Avanos Sarı Han, Zazadin Hanı, Ak Han akla gelen önemli örnekler arasındadır. Çay Hanı, Selçuklu yazıtı bulunan son han olarak saptanmıştır. 1278/79 tarihli bu yapı Mimar Oğul Bey bin Mehmet’in adını da vermektedir. Hanlardaki yazıtlar pek çok mimar ve usta adı ile birlikte, tarihi kaynak teşkil edecek isim ve tarihler taşımaktadır.
Kervan yolları üzerinde, sayısız Selçuklu dönemi köprüsü ile birlikte bu hanlar, güvenli bir ulaşım şebekesi meydana getiriyordu.
Anadolu Selçuklu çağı Saray ve Köıkleri’nin erken örneklerine kazıların ışığında bakacak olursak; 1192’den önce, Konya’da Kılıçarslan tarafından başlatılıp, Alaeddin Keykubat döneminde tamamlanan Saray’dan günümüze mimari olarak fazla birşey kalmamıştır. Ancak buradaki ilginç alçı figürlü kabartmalar ile çini kaplamalardan örnekler müzelerdedir.
Diyarbakır’da 13.yy.ın başlarında yapılan Artuklu sarayının kalıntıları dört eyvanlı şema gösteren bir taht salonuna işaret eder. Kazılarda ortaya çıkarılan bu salonun ortasında çini kaplamalı selsebil ve havuz dikkati çeker. Anadolu Selçuklu Saraylarından diğerlerinin genel karakteri, dağınık yapıların geniş bir alan içinde ele alındığına işaret etmektedir. BeyşehirGölü kıyısındaki Kubadabad (1236) ve Kayseri’deki Keykubadiye (1224-26) sarayları su kenarında bulunmaktadır. Herikisinde de çini kaplamalar, kazılarda ortaya çıkarılmış ilgi çekici örnekler sergilemektedir. Özellikle Kubadabad sarayının insan ve hayvan figürlü çinileri bunlar arasındadır. Alara tepesinde hamamlı bir köık ve figürlü freskolar, Aspendos tiyatrosunun bir bölümünün çini kaplamalarla köık haline getirilmesi yanında, Erkilet Hızırilyas, Argıncık Haydar Bey, Aksaray IV. Kılıçarslan köıkleri ilginç ve küçük denemelerdir. Antalya Yanköy Hisarı (Sillyon) köıkü de bunlar arasında sayılabilir.
1071’den itibaren, 14.yy.ın başlarına kadar geçen bir süre içinde, önce ilk Türk Beylikler, 13.yy.ın başından itibaren de Anadolu Selçuklu Devleti’nin Anadolu Birliğini sağlamasından sonra, Anadolu Selçukluları’nın mimarlık ürünleri, Anadolu’nun Türkleşme döneminde, birer damga gibi kentlerin görünümünü değiştirmiş, kuvvetli bir yaratma heyecanı ile meydana getirilmiş eserlerdir.
Kesme taş mimarinin, taş işçiliği ile bezendiği, kuvvetli mekân etkisine dayalı bu araştırma yapıları, 14.yy.Anadolu Türk Mimarlığının ve dolayısıyla Osmanlı Evrensel Mimarlığının temelini oluşturmuştur. Selçuklu Çağı olarak ele alınan bu dönemin mimarlık ürünleri, Anadolu öncesi Türk Mimarlığının çeşitli denemelerinin, taş malzeme ile, yeni bir araştırma heyecanıyla yoğrulup denendiği eserlerdir. Geleneksel plan ve biçim (form) tasarımları, yeni imkânlarla ilgi çekici denemelere sahne olmuş, devamlılık içinde, yeni arayışlar, çağın mimarlık üslubunun genel karakterini meydana getirmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder