Caca Bey Medresesi


Fotoğraflar
Caca Bey Medresesi ile diğer hayratın 10 Mayıs 1272’de düzenlenmiş Arapça ve Moğolca vakfiyesi günümüze kadar gelmiştir. Cevat Hakkı Tarım bunların dört adet olduğunu bildirerek birinin 1948’de mütevellisinde, didiğerlerinin suretlerinin Ankara’da Vakıflar Genel Müdürlüğünde bulunduğunu haber vererek vakfiyelerin içindekilerini de özetlemiştir. Fakat bu konuda daha etraflı araştırma yapmış olan Ahmet Temir, “İskilip el yazması” olarak adlandırdığı 10 Mayıs 1272 tarihli Arapça vakfiyeyi ana kaynak olarak kullanmıştır. Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivindeki iki metin İskilip el yazmasının çok yakın tarihlerde yapılmış tercümeleridir Bunun dışında Temir’in göremediği Kırşehir’de mütevelli elinde bulunan nüsha ile nisbeten geç bir dönemde istinsah edildiği anlaşılan ve bundan çıkarılmış özet mahiyetinde bir metin daha vardır. Bu metnin de Ankara’da Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’nde bir kopyası bulunmaktadır. Bu vakfiyelerin asılları Arapça olmakla beraber asılları Uygur harfleriyle yazılmış Moğolca özetleri de vardır. Anlaşıldığına göre Hakkı Tarım’ın iddia ettiği gibi ortada dört vakfiye yoktur. Tarımdan sonra Ahmet Temir Arapça ve Moğolca 1271-2 tarihli vakfiyenin tam metnini ve tercümesini yayımlamıştır. Bu belgelerden öğrenildiğine göre Cacaoğlu Nureddin Kırşehir’deki medresesi için İç Anadolu’nun pek çok yerinde mezralar, tarlalar, değirmenler, bağlar, bahçeler, hamamlar, kar kuyuları, dükkanlar, evler, hanlar vb. vakfetmiştir. Bu vakfiyelerde, gelirlerin Kırşehir’de “içinde Cuma namazı kılınan” medresesinin, hankahın, menzilhanenin, zaviyenin ve mektebin masraflarına harcanması için vakfedildiği bildirildikten başka Kayseri-Kırşehir yolu üstündeki darüsuleha ile Kayseri’nin Talimekini köyündeki medresesine de gelirlerden pay ayrıldığı ifade edilmiştir. Sayısı hayli yüksek olan bu hayır kurumlarında yaşayanlara da gelirlerden ayrıca pay ayrılmıştır. Medresede ders gören öğrencilerin uymaları gereken kurallar da vakfiye de ayrıntılı bir biçimde belirtilmiştir. Böylece bu binanın bir zaviye veya hankah değil bir medrese olduğu ve eyvanın Cuma camii olarak da kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Taçkapının en üstünde yer alan kitabeden başka giriş kemeri üstünde bulunan tek satırlık kitabede besmele ve Nahl suresinin 90.ayetinin baş kısmı yer alır. Bunun altında bulunan ve uçları iki yana dönen diğer kitabede Al i İmran suresinin 18. ve 19. ayetleri yazılıdır. Bu yazı şeridiyle kapı kemeri arasına iki satır halinde yerleştirilen, ayrıca sağ köşesine de bir metin eklenen kitabe ise bazı vergilerin kaldırıldığını bildiren bir emirnamedir. W.Hinz’e göre bu kitabe 1330 yılında yazılmış olmalıdır. Osmanlı döneminde Zilkade 1219 (Şubat 1805) ‘da verilen bir berat ise “Nureddin Şehid” hayratının gelirlerine daha başka vakıflarla birlikte el koymak isteyen Alaeddin Camii mütevellisinin müdahalesinin önlenmesine dairdir.
XIX. yüzyılda medresenin harap halde olduğu tahmin edilmektedir. Nitekim 1858 yılında Kırşehirden geçen A. D. Mortmann yapının mühimmat ambarı olarak kullanıldığını yazar. Daha sonra da harap durumda bulunan medresnin bir kısmının cami yapıldığı 1907 tarihli Ankara Vilayeti Salnamesi’nde belirtilir. Daha sonraları Vakıflar idaresi tarafından büyük ölçüde restorasyon gören medrese cami olarak yeniden ibadete açılmıştır, bugün da cami olarak kullanılmaktadır.
Bir halk söylentisinden destek alarak Ankara Vilayet Salnamesi’nde de tekrarlanan ve bugün belli başlı yayınlarda yer alan, bu medresenin aslında astronomi ilmiyle uğraşılan bir yer olduğu ve içinden rasat yapıldığı yolundaki iddia ise aydınlatılması gereken bir husustur. Ankara Üniversitesi’nden W. Ruben ile Aydın Sayılı tarafından 1947 yılı Temmuzunda ortadaki kubbeli büyük mekanın zemininde bu maksatla bir kazı yapılmış ve burada sadece 6 m. kadar derine inen, iç yüzeyleri kısmen kaplanmamış bir kuyu bulunmuştur. Alt kısmında çapı 2.60 m. ölçüsünü bulan bu çukurun bir rasat kuyusu olabileceği ileri sürülmüştür. Yine bir halk söylentisi, medresenin ön tarafındaki minarenin de bir rasat kulesi olduğu yolundadır. Ancak ne vakfiyede ne de kitabede buna dair en ufak bir işaret vardır. Ayrıca bir rasat kuyusu için lüzumlu olan ve iç duvara bağlı olması gereken basamaklar bulunmadığı gibi 1.60 m. ölçüsündeki çap bir rasat kuyusu için çok dardır. Dolayısıyla buranın esasında bir rasat merkezi olabileceği inandırıcı görünmemektedir. Kubbeli kısmın ortasında bulunan çukur herhalde, kapalı avlulu medreselerde kubbenin altında olması gereken şadırvanın yerini tutmak üzere açılmış bir su kuyusundan başka bir şey değildir.
Caca Bey Medresesi, Anadolu’da pek çok benzerleri olan, orta avlusu kubbe ile örtülü, “kapalı medrese” tipinde bir yapıdır. Bu kapalı mekanın esasında bir avlu olduğunu hatırlatmak üzere üstündeki kubbenin ortasına bir aydınlık feneri ve bunun altına da şadırvanın yapılması usuldendi. Bu çeşit kubbeli yapı örneklerini Niksar’da Yağıbasan, Tokat’ta Çukur, Konya'da Karatay, ve İnce Minareli, Çay’da Taş, Erzurum’da Yakutiye, Kütahya’da Vacidiye ile Yakup Öelebi, Ermenek’te Musa Paşa ve Karaman’da İbrahim Bey medreseleri teşkil ederler.
Medrese kesme taş kaplı cephelere sahip enlemesine hafifçe dikdörtgen biçiminde bir yapıdır. Esas cephesindeki taçkapının etrafındaki kaplama şeritler halinde iki ayrı renkteki taşlardan yapılmıştır. Bina, Orta Asya’dan beri Türk mimarisinin her çeşit yapısında karşılaşılan bir avluya açılan dört eyvan şemasına uygundur. Eyvanların üstü beşik tonozlarla örtülüdür. Ortadaki kapalı avlunun üstünü ise bir kubbe örter. Evvelce üzerinde sadece bir aydınlık feneri olması gereken bu kubbenin ortası, buranın bir rasat merkezi olduğu hipotezini desteklemek gayesiyle günümüzde camekanla kapatılmıştır. Bu kadar geniş çaplı bir açıklığın, medrese harap olduğu dönemlerde aydınlık fenerinin etrafının yıkılması sonunda meydana gelmesi ihtimal dahilindedir. Eyvanların etrafında küçük hücreler vardır. Esas büyük eyvanın iki yanında ise bir çift dikdörtgen planlı büyük hücre yer alır. Girişin karşısındaki üstü beşik tonozla örtülü ana eyvan, bütün bu tür yapılarda olduğu gibi namaz kılınan yerdir. Buranın kıble duvarında basit bir namazgahı aşan zenginlikte bir mihrap bulunur. Giriş eyvanının sağındaki hücrenin içinden taş bir merdiven, sadece ön cephenin arkasında bulunan üst kat hücrelerine çıkışı sağlar. Bunlardan biri mihraplı olmak üzere iki tanedir. Kırık sivri bir kemerin çerçevelediği taçkapı mukarnaslı bir kavsaraya sahiptir. Taçkapının iki köşesinde demet halinde sütunçeler vardır. Ayrıca kapının cephe duvarının iki dış köşesine değişik biçimde kaideleri olan bir çift burma gövdeli sütunçe işlenmiştir. Bunların kaidelerinin askı kandilleri hatırlatır biçimde işlenmiş olduğu dikkati çeker.
Mescid eyvanının iki köşesindeki sütunçelerin şimdiye kadar üzerinde çok durulmuştur. Bunların gövdeleri, dışarıdakilerin kaidelerinde görülen üst üste bindirilmiş askı lambaları biçiminde boğumlardan meydana gelmiştir. W. Ruben bu sütunçelerle Hindistan sanatındaki sütun gövdeleri arasında bir yakınlık görmek istemiştir. E. Diez ise Caca Bey Medresesi sütunçelerinde Kafkasya’daki Gürcü mimarisinin bazı sütunları ile benzerlikler bulmuştur. Fakat W. Ruben, aynı tipte ahşaptan yontulmuş direklere Bolu’nun Düzce ilçesinde rastladığına işaret ettiğine göre bu değişik sütun gövdeleri Anadolu’nun ahşap mimarisinde vardır ve oradan taşa geçirilmiş olmalıdır. Eski fotoğraflarda kubbenin ortasında ahşap bir çatı ile örtülü, pencereli ve kasnaklı bir aydınlık feneri görülür. Diğer kısımların üstleri ise düz dam şeklindedir. Sonraki tamirlerde bu fener kaldırılmış, duvarların saçakları da kale duvarı gibi dendanlı olarak yapılmıştır. Uzun yıllar petek ve külah kısımları olmayan minarenin bu unsurları son tamirlerde tamamlanmıştır.
Medresenin giriş cephesinin sol tarafındaki kubbeli kare mekan, yapının banisi Caca Bey’in türbesidir. Türbeye soldaki eyvandan altı basamaklı bir merdivenle çıkılır. Kabartma bir süsleme ile çerçevelenmiş bir kapı, ortasında Caca Bey’in sandukasının bulunduğu türbenin içine geçit verir. Müstakil bir yapı gibi kümbet görünümünde tasarlanan bu mezar binasının kubbesi, piramit biçiminde taştan sivri bir külah ile örtülmüştür. Kare plan, köşelerde üçgen biçiminde pahlarla sekizgen kasnağa dönüşür, bunun da üstüne külah oturur. Türbenin caddeye açılan penceresi mihrap biçiminde bir kavsara altındadır. Etrafını ise mukarnaslı bir çerçeve çevirir. Mukarnaslı kavsaranın altında ve hacet penceresinin üstünde bulunan iki satır halindeki kitabede “dünyanın bir durak yeri ve her şeyin fani olduğu” ifade edilmektedir. Pencere nişinin iki yanında korint üslubunu andıran başlığıyla bir çift sütunçe yer alır. Fakat türbenin en ilgi çekici süslemesi, iç duvarlardaki çini yazı kaplamasıdır. Burada lacivert çinilerden kesilmiş harfler beyaz alçı zemine mozaik tekniğinde yerleştirilerek Ayetü l Kürsi işlenmiştir.
Medresenin kıble duvarı dışında, bina bedeninden ayrı olarak A. Saim Ülgen’in ölçüsüne göre 22 cm. açıkta ve 21 m. yükseklikteki minarenin gövdesi de kahverengi ve firuze renginde çinilerle bezenmiştir. Minarenin kürsü kısmı karebiçiminde ve taştandır. Yuvarlak gövdede tuğlalar altta daire şeklinde sıralanırken belirli bir yükseklikten sonra zik zak motif dizileri meydana getirirler. Bu minarenin aslında medreseye bitişik ayrı bir cami binasına ait olabileceği ileri sürülmüştür. Mordtmann’ın ifadesinden de burada bir cami olduğu anlaşılabilir. Ancak böyle bir camiden bugün en ufak bir iz bulunmadığı için bu iddianın doğruluk derecesi tesbit edilememekle birlikte medresenin bu tarafında yapılacak bir kazı bu konuya ışık tutabilir. Minarenin kaidesinde bulunan ve ancak eksik olarak okunan bir beyit, benzerine Ali’nin Münşeat’ında rastlanarak tamamlanmıştır. Burada, “yapının kurucusuna Rabb’in inayeti istenmekte ve sesi daha göğe erişmeden bu dileğin iyi kabul göreceğine inanıldığı” bildirilmektedir.
Kırşehir’de Caca Bey Medresesi, Anadolu’da Türk mimari tarihinin başta gelen eserlerinden biridir. Hakkında bugüne kadar pek çok yayın yapılmış olmasına rağmen Anadolu’nun çok bunalımlı bir döneminde inşa edilmiş olan bu eser mimarisi, süs unsurları ve kitabeleriyle daha etraflı ve dikkatli bir şekilde araştırmayı beklemektedir.

Hiç yorum yok: