Çifte Minareli Medrese-Sivas
Fotoğraflar
Darüşşifanın hemen karşısında yer alan bu eserin, taçkapı üzerinde bir şerit halinde uzanan celi kitabesinden, 1271 yılında İlhanlı veziri Şemseddin Cüveyni tarafından yaptırıldığı öğrenilmektedir. Aynı kitabedeki mimar adı okunamamakta, ancak bir çok araştırmacı tarafından bu şahsın Kölük in Abdullah olduğu kabul edilmektedir.
Yapı hemen hemen bugün sadece ön cephesiyle ayakta kalabilmiş durumdadır. Cephenin arkasında 1882 yılında yapılan ve sonraları okul olarak kullanılan bir hastane binası yer almaktadır. Medresenin asıl tahrip edilişinin bu binanın yapımı sırasında meydana geldiği anlaşılmaktadır. 37.54 metrelik cephenin ortasında taçkapı, onun üzerinde de iki köşesine gelecek şekilde planlanmış, medreseye adını veren minareler yer alır. Taçkapının iki yanında asimetrik sıralanmış niş ve pencerelerle köşelerdeki silindirik payeler, bu abidevi ölçülerdeki büyük cepheye ayrı bir hareketlilik kazandırmıştır.
Kazılardan medresenin açık avlulu dört eyvanlı planda ve iki katlı olarak inşa edildiği, ayrıca iki yanında bulunan bina temellerinden de bir külliye birimi olduğu anlaşılmaktadır. Bu temellerden, etrafında su künkleri ve su ile ilgili başka malzemeler bulunan bir hamama, diğerinin ise bir zaviyeye ait olduğu sanılmaktadır. Sağlam vaziyetteki ön cephenin arkasında değişik ölçülere sahip üç beşik tonozlu odanın dışında ayakta kalabilmiş başka mimari eleman yoktur. Ancak kazılar neticesinde bulunan temellerden köşe odaları ile yan eyvanlar arasında üçer hücrenin yer aldığı tesbit edilmiştir. Bugün ortada görülen kısa sütunlar yapının ikinci katının dayanaklarıdır. Kesme taşın bolca kullanıldığı medresede özellikle süsleme unsuru olarak tuğla malzemeye de yer verilmiştir. Taçkapının girişinde ortada mukarnaslı büyük bir niş, iki yanlarında da onun benzeri küçük nişler yer almaktadır. Beşik tonoz örtülü giriş eyvanının iki yanında yukarı çıkan merdivenler bulunmaktadır. Taçkapının üzerinde yükselen, geometrik çini süslemeli tuğla minareler kapının ihtişamını artırmaktadır. Minarelerin şerefe korkulukları dahil petek ve külah kısımları sonradan yapılmıştır. Taçkapıya yanlardan bakıldığında minarelerin tabii uzantısı olan yarım silindirik gövdeler üzerinde, Divriği Ulu Camii’ndekileri hatırlatan dışa taşkın çiçek demeti şeklinde yüksek kabartmalar görülür. Bu demetler alt ve üst kısımlardan birer burmalı şeritle birbirlerine bağlanmıştır. Taçkapı bordürünün en dıştaki süsleme kuşağını teşkil eden bu silmenin hemen yanında içeri doğru sırasıyla mukarnaslı ve çiçek bezemeli bir çerçeve, onun yanında palmet dizisi, hemen onun yanında en dıştaki çiçek demeti silmenin daha küçük ölçülerde bir benzeri ve onun yanında da iç içe geçmeli düzenlenmiş geometrik rozetlerden oluşan geniş bir kuşak yer almaktadır. Alt kısmı bitkisel motiflerle tezyin edilmiş olan bu geniş şeridin hemen yanındaki yıldızlardan meydana gelen dar bir şerit bordür kuşaklarının iç sınırını teşkil eder ve yukarıda bu iki şerit arasında tek satırlı kitabe yer alır. Mukarnaslı nişin üzerinde iç içe silmelerden oluşan kabartma bir sivri kemer bulunmakta ve bunun içinde grift bitkisel motifler, üzerinde ise satıhtan tamamen dışarı çıkmış üç boyutlu, ortadaki daha büyük üç palmet kabartması dikkati çekmektedir. Kapı açıklığı sivri kemerli olup giriş nişinin iki yan köşesindeki sütunçelerle aynı yüksekliktedir. Bunların üstüne nişin üç tarafını dolaşan ve mukarnasların hemen altına rastlayan kitabe kuşağı oturtulmuştur.
Cephenin köşelerinde yer alan iki yuvarlak yarım paye tam köşe kulesi olmayıp medresenin bitişiğindeki binalarla sınırları tesbit eden birer mimari unsurdur. Demet paye şeklinde küçük yarım yuvarlak çubukların çevrelediği payelerin alt kısımlarında içleri bitkisel motiflerle süslenmiş ve ters düz sırasıyla dizilmiş üçgenler yer almakta, üçgenlerin üzerinde grift rumilerden oluşan bir kuşak, onun üstünde de bitkisel motiflerden oluşan bir kaval silme bulunmakta ve bu silme dikey yuvarlak çubukların üzerinde atlamalı olarak ve birer tezyinatsız çubuğun üzerinde çapraz yaparak bütün paye yüzeyini dolaşmaktadır.
Eserin mimarı yalnız Selçuklu mimarisinin değil, Anadolu Türk mimarisinin de önde gelen isimlerinden biri olarak kabul edilir. Adı, üzerinde yazılı kitabeler dışında kaynaklarda hakkında henüz bir kayda rastlanmamış olan mimarın sanat değeri yüksek eserler inşa etmiş olması sebebiyle bu güne kadar kimliği üzerinde çok durulmuş, çeşitli görüşler ileriye sürülmüştür. Cesur anlamına gelen eski bir Türk adına sahip olması yüzünden onun, Selçuklulardan önce Anadolu’ya gelen bir Türk ailesinden olması kuvvetli bir ihtimal gibi görünür.
Onun mesleki faaliyetlerine sultan Alaeddin Keykubad zamanında başladığı ve 120 yıllarına kadar yaşadığı tahmin edilir. Muhtemelen 1250 yıllarına doğru Müslümanlığı seçerek inşa ettiği eserlere Kölük bin Abdullah olarak imza atmaya başlar. Bu eserlerin başında Konya’daki Sahip Ata Külliyesi gelir. Cami, türbe, hangah ve hamamdan oluşan eserler topluluğunun inşaına 1258’de başlanmış olup 1279’da tamamlanmıştır. Külliye’nin banisi Fahreddin Ali’nin türbe binasının 1283’te yenilendiği anlaşılmaktadır. Mimarın adı taçkapının sağında sebil nişinin köşe dolgularındaki iki madalyonun içine ameli kölük bin Abdullah şeklinde kaydedilmiştir.
Sanatçının ikinci eseri Konya’daki İnce Minareli Medrese’dir. Yapının inşa kitabesi yoktur. Ancak vakfiyeye dayanarak 1265 yılında yapıldığı kabul edilmektedir. Bu yapı da Sahip Ata tarafından yaptırılmıştır. Mimarın adı taçkapıda büyük kemerin üstündeki yarım daire şeklinde aşağıya sarkan kabartmanın sağında ve solundaki madalyonların içinde ameli kölük bin Abdullah şeklinde okunmaktadır.
Eserin banisi Şemseddin Cüveyni’nin çocukluğu, öğrenimi ve gençliği hakkında bilgi yoktur. Hülagu tarafından 1263’te sahip divanlığa getirilen Cüveyni bu görevine Abaka Han zamanında da devam eder ve ülkeyi başarıyla yönetir. Karamanoğullarının desteğiyle başlayan Cimri ayaklanmasını bastırmak, Moğollara ait gelirleri gözden geçirmek, yıkılan yerleri onarmak, güvenlik ve huzuru sağlamak üzere Abaka tarafından 1277’de Anadolu’ya gönderilir. Büyük yetkilerle donatılan ve yanında bir miktar Moğol askeri bulunan Cüveyni, ayaklanmayı Selçuklu ordusuyla birlikte bastırır. Larende’den Akdeniz’e kadar yayılmış olan Karamanoğullarına bağlı Türklerin çoğunu esir eder ve sürülerini ele geçirir. Ancak kışın bastırması üzerine Niğde yolu üzerinde bulunan Kazova kışlağına çekilir. Burada kaldığı sürece Sinop, Kastamonu gibi şehirlerin yöneticilerine hediyeler ve mektuplar göndererek onları devlete bağlı kalmaya çağırır. Bu arada halkı ezen ağır salma ve vergileri kaldırır, herkesten gücüne göre vergi alır. Saltanat için Erzincan ve yöresinden alınan şeri hisseyi diğer incü vergileri seviyesine indirir. Başka yerlerden sağladığı gelirleri karşılık göstermek suretiyle Selçukluların İlhanlılara olan borçlarını hafifletir.
Başta Sivas olmak üzere bazı şehirlerde hayır kurumlar yaptırmış olan bu vezir bazı şehirleri de Abaka’dan satın alarak buraların felakete uğramasını önlemiş, yine Baybars hadisesinden sonra Abaka’yı teskin ederek 104 kişinin hayatını kurtarmayı başarmıştır.
Başta edebiyat olmak üzere çeşitli ilim dallarında çok iyi yetiştiği anlaşılan Şemseddin Cüveyni iyi bir yöneticiydi. Vezirlik yaptığı süre içinde kapısı dilek sahiplerine açık kalmış, adil bir vergi sistemi uygulamış ve ülkede kanun hakimiyetini sağlamıştır. İdareciliği yanında din, ilim ve sanat erbabını korumada gösterdiği duyarlık ve gelirlerinin büyük bölümünü bu yolda harcaması ile de ün yapmıştır. Nitekim bu meziyetlerinden ötürü şairler onu öven şiirler yazdıkları gibi Nasreddin Tusi, Fahreddin Iraki ve Safiyeddin Urmevi de yazdıkları eserleri ona ithaf etmişlerdir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder