Bir Selçuklu Masalı:Kervansaraylar
Nazan Sezgin
İpek ve iplikle yapılan dokumalar yazın serin, kışın sıcak tutma özellikleri dolayısıyla geçmişte bugünkünden çok daha fazla rağbet görmüştü. Haçlı seferlerinin gerçek sebebinin Çin’den başlayarak Doğu Akdeniz limanlarında son bulan İpek Yolu ticaretini ele geçirmek olduğunu biliyoruz. Bugün petrol için gelenlerin dedeleri dün ipek için gelmişti. Çin’le Roma arasındaki ticaret Han sülalesi zamanında milattan önce başlamıştı, meta ipekti.
Çağın iki yüksek kültürünü birbirine bağlayan yola Alman Coğrafyacı Richtofen 19.yy. “İpek Yolu” adını vermişti. Doğu Türkistan yakınlarında Kansu’dan başlayan yolun ilk durağı Kâşgar’dı. Buradan bir kol güneye Hindistan’a yönelir, diğeri Fergana üzerinden İran’ı aşarak Anadolu sınırlarına dayanırdı.
İpek Yol’unun hikâyesini bir de Sanat Tarihçisi Prof. Hakkı Acun’dan dinleyelim; bakalı Acun ne söyler, ne söylerse güzel söyler:
Çin’den kalkan bir kervan Roma’ya on ayda varırdı, tüccar mevsimleri dikkate alır, yol hesabını ona göre yapardı. Bir kervanda 2500 kişi olurdu. Kervan sahibi, muhafızlar, hekim, eczacı, hayvan bakıcıları, vs. Bin develik bir kervan üç yüz ton mal taşırdı. Selçuklu Türkiyesi’nin sınırlarına varan kervan kollukçular tarafından karşılanarak küçük guruplara ayrılırdı. Ani’ye gelen kervan Kars ve Artvin üzerinden Tırabzon limanına iner, oradan gemiyle Samsun’a ve Bizans’a mal ulaştırılırdı. Doğu Beyazıt’tan giren kol Ağrı, Erzurum, Erzincan ve Sivas üzerinden ikiye ayrılan yolun bir kolu Tokat, Ankara, Gerede üzerinden tekrar Bizans’a giderdi. Diğer kol Kayseri ve Konya’ya oradan Akdeniz’e ulaşırdı. Güneye yönelen üçüncü bir kolun uğradığı şehirler Hasankeyf, Diyarbakır, Urfa, Antep, Malatya idi.
Selçuklu Türkiye’sinde yollar kervancılar için emniyetli, malları da devlet güvencesinde yani sigortalıydı. Bugün Anadolu’nun geri kalmış kabul edilen yörelerinde İpek Yolu bir ağ gibiydi ve ticaret altın çağını yaşıyordu. Tüccarın hakkını korumak için Sivas’ta 15 konsolosluk vardı. O çağda Avrupa’da ticaret kaleden kaleye yapılırken, Anadolu’da yollarda, kervansaraylarda yapılmaktaydı. Bu yollarda 200’e yakın kervansaray vardı. Deve yürüyüşüyle 7-8 saatlik mesafelerde, yani 35-40 km.’de bir olmak üzere. Bazı yerlerde daha da sık rastlanırdı. Sivas’la Kayseri arasında 24 kervansaray vardı.
Kervansaray Türklere mahsus bir yapıydı. Dört ayrı pilan tipinde inşa edilirdi. En yaygın tip avlulu ve kapalı olandı. Zamanın beş yıldızlı oteliydi. İçinde hamam, hekim, eczacı, nalbant, araba tamircisi, mescid ve hatta kütüphane bulunurdu. Kışın tırafik azalır, baharda sıklaşırdı. Rehberler tanınırdı ve tanınmayan rehberler içeriye alınmazdı. Geceleri kapılar kapanır, kışın kapalı mekânlardaki sekiler üzerine yataklar serilir, ocak ve mangallar ortamı ısıtır, pire ve bit için de tütsü yakılırdı. Kervanlar bedava konaklar, atları bedava nallanırdı. Sabah olduğunda tellal çıkıp eksiği olan var mı? diye bağırır, eksik yoksa kapılar açılır kervan tekrar yola çıkardı. Bu yollarda iki yüze yakın kervansaray varmış, bu güne harabe durumda olsa bile yüz yirmi tanesi ulaşmış, Prof. Acun bu harabelerden birinden yakın tarihte yine yol geçirildiğini söylemişti. Bir iki hafta sonra mimar Cengiz Bektaş da memleketi Denizli’de pek yakında yıkık bir kervansarayın yola kurban gittiğini söylemez mi? Yol medeniyet getirirmiş! Bizim yol mühendisleri yolu ya kervansaraylardan ya da tarihî mezarlıklardan geçirir, DSİ’deki meslektaşları da sulak alanları kurutarak kuşumuzu, balığımızı yok etmişti. Dünyaları sıfırla dokuz arasına sıkışanları aslında çok da kınamamak gerek, pirleri Süleyman beydi ne de olsa onların.
Prof. Acun, Prof. Dr.Turan Yazgan’ın hesaplamalarına göre yalnızca Sivas’ta toplanan verginin dört milyar altın, Büyük Biritanya İmparatorluğunda toplanan vergininse yedi buçuk milyar altın olduğunu söylemişti. İşte size Selçuklu masalı. Tabiî ki bu zenginlik kısa zamanda Moğol çapulcusunun dikkatini çekecekti. Bir taraftan haçlılar, Bizans, Gürcüler vs. ile de mücadele eden Selçuklu bir de Baba İshak Türkmen ayaklanmasıyla uğraşmak zorunda kalınca zayıf düştü. Moğollara mağlup oldu. Türkmen, Moğol zulmünden memnun kalmış mıdır acaba?
Bizim aydın Selçukluyu sevmez. Sarayda Farsça konuştukları için, Rus sarayında Fıransızca konuşulduğundan haberi yoktur. Babalılar ayaklanmasını bastırırken Fırank paralı askerini kullandığına içerlemiştir. Selçuklu hakkında bildiği de zaten bu kadardır. O, tarihine tarafsız gözle bakmayı korkarım hiçbir zaman öğrenemeyecektir. Bu yüzden de Selçuklu mimarî mirası yok olup gitmektedir.
3 Mart 1924’te Hilafet ile birlikte Evkaf ve Şeriye Vekaleti de kaldırılır. Şeri hukuktan lâik hukuka geçiş sancıları. İsviçre’den Prof. Leman davet edilir, Vakıflar Kanunu hazırlatılır, demek ki Türk Vakıf Medeniyeti’nden yetişmiş bir hukukçu bulunamamıştır. Ecnebi daima daha iyi bilir, biz bilmeyiz. Hem İsviçre’deki medeniyet ve de hakkaniyet kimde var? Siirt mebusu Halil Hulki bey ve 50 arkadaşı bir kanun teklifi verirler. (tebliğ’den, 4 Mart 2007, devrim yasaları sempozyumu, Gazi Üni. ) Vakıf eserler ve vakıf kabristanlar satılacak veya belediyelere, Maarif’e, Diyanet’e devredilecektir, kültür mirasımız demokratik (!) bir şekilde tasfiye edilir. Sadece müze şehir Kastamonu’da 18 medrese satılır, müftü itiraz eder. Diyanet de dört bine yakın mescit ve camiden dokuz yüz küsurunu kadromuz dışıdır, sanat değeri yoktur diye satar. Halbuki eskimizin her şeyi sanattı, bugünse hiçbir şeyimiz.1926’da Ankara’da Kızılbey Vakfı’na ait külliye ve mezarlık satılır. Yerine Ziraat ve Merkez bankaları inşa edilir. Kızılbey kim midir? Onun Selçukluların Anadolu Valisi olduğu söylenir. Ankaralılar bugün Kızılbey’i bir vergi dairesi zannetmektedir. Bizde tarih çok; resmî tarih, karşı tarih, saklı tarih. Bu da kayıp tarihimiz!
Peki, İpek Yolu’na ne olmuş? derseniz, Portekizlilerin 1498’de Hindistan’a denizden ulaşması hatta Çin ve Japonya’ya kadar gitmesi sonucu ipek ticareti denizlere kaymış. 300 ton ipeğin bir gemiye yüklenebilmesiyle İpek Yolu ve neticede kervansaraylar önemini kaybetmeye başlamış. Yolun geçtiği her yer de gerilemiş tabiî ki. Osmanlı döneminde ise şehir hanları inşa edilmiş. Bursa’daki Koza hanları gibi.
Kervansarayların bugün pek azı kullanılabiliyor, kimisinden yol geçti, kiminin kapısına kilit vurulmuş, bazıları taş ocağı niyetine. Kültür Bakanlığı’nın bir zamanlar Kervansaray Otelleri purojesi mi vardı acaba? Karun hazinesini geri alabilmek için Amerikalı avukatlara para akıtmaktan sıra gelmemiş olacak.
İpek Yolu’nun kültürümüzdeki etkisi yalnız kervansaraylar değil başka izleri de var, ipeğin gündelik kullanılışı üzerine. Onları da gelecek yazıda anlatalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder