Türk sanatının Anadolu’da gelişip kök salmasında Selçuklu şehir hayatının, devlet yönetiminin, vakıf sisteminin, kültür ve sanat ortamının önemli bir payı vardır. Türk sanatı, Selçuklu Sanatı araştırmalarını yabancılar başlattıkları için şöyle bir ön yargıyla bu dönemin sanat eserlerine baktılar: “Türkler göçebe, savaşçı barbar topluluklar olduğu için Selçuklu dönemindeki anıtsal yapıları onların dekorasyonunu ahşap ve çini süslemelerini yalnızca Hıristiyan sanatçılar yapmıştır.”
24 Haziran 2007 cumartesi günü Şehabettin Uzluk’un mezarına giderken bunları düşündüm. Anma toplantısı için düzenlemeci olarak İhsan Kayseri ile mezarlıkla ön keşif yaptık.
Tesadüf bu ya 25 haziranda Konya Mimarlar Odası’nın gezisine davet edildim. Rehberlerimiz doktora hocalarım Prof. Dr. Rüçhan Arık, Prof. Dr. Mehmet Oluş Arık idi. 226 kişilik bir grupla önce Kızılören Hanına indik. Oluş Bey “1206 yılında I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in yaptırdığı bu kervansarayın çağının en konforlu, güvenli konaklama tesisi olduğunu, Selçuklu atalarımızın müthiş işleyen bir ticaret sistemi, yol ağı, güvenliği, yapı organizasyonu gerçekleştirdiklerini” söyledi.
İkinci durağımız Eşrefoğlu Camii oldu. Yine bu yapıyı da Oluş Bey anlattı. “Selçuklu günlerinin sonunda beyliklerin şekillenmeye başladığını, Eşrefoğullarının da Beyşehir'i başkent yapıp çevresini bir kültür-sanat havzası haline getirdiklerini izah etti.. Selçuklu sultanları gibi beylerin de yüksek eğitimli, kültür ve sanata, mimarlığa değer verdiğini, bu yapıları inşa ettirirken doğrudan tasarıma, süslemeye nasıl olması gerektiğine kendilerinin karar verdiklerini belirtti. Şöyle devam etti: “Dış yapısı kâgir, içinde ahşap malzemelerinin muhteşem bir biçimde kullanıldığını görüyoruz. Selçuklu çağının eşsiz çini ve nakışları orta Asya Büyük Selçuklu üslubunu yansıtıyor. Görüldüğü gibi burada kökleri Orta Asya’ya dayanan özgün bir sanat eseri ortaya konmuştur. Minber kapısındaki İsa adlı sanatçı belki de mimardır ve Kubad Abad Çinilerinin tasarımını da yapmıştır. “Burada ahşap işçiliği, çini işçiliği ve nakışlar izleyiciyi büyülemekte, üç boyutlu bir etki yaratmaktadır.
Kubad Abad Sarayı’nda Prof. Dr. Rüçhan Arık rehber oldu, bu saray sisteminin dünyanın en eski sarayı olduğunu ve Topkapı Sarayına kaynaklık ettiğini belirtmiştir. Aslında burasının bir şehir olduğunu açıklayarak, büyük ve küçük saraylardaki avlu-eyvan ilişkisinin Orta Asya kaynaklı olduğunu vurguladı. Sarayın iç mekanlarının duvarlarında çini dekorasyon kullanıldığını vurgulayarak saray hayatının toplumun gelişmişlik seviyesini gösterdiğini belirtti.
Son yıllarda sarayın güneydoğu girişi ve büyük sarayın doğu bitişiğinde bulunan hamamlar, saray yapıları içinde su yapılarının önemini gösteriyor. Güneydeki hamamın bitişiğindeki bir bölümde kullanılmamış çok sayıda duvar çinisi bulundu. Geometrik, bitkisel ve figürlü bu çiniler Selçuklu resim sanatının ne kadar ileri olduğunu göstermektedir.
Dönüşümüzde, Oluş Bey, Selçuklu döneminin tarihini, yönetimini, özellikle mimarlık sanatının, küçük sanatlarının yeni bir yaklaşımla ele alınması gerektiğini; Selçuklu sanatını kaynaklarını, nasıl oluştuğunu, vermek istediği mesajı yeniden ele alıp yorumlamak zorunluluğunu belirtti. Ayrılıp eve gelirken, Selçukluları gerçekten bilemediğimizi, yarattıkları yüksek şehir kültürü, yönetim, yapı sanatı, el sanatları, Osmanlıya da temel teşkil etmiş ve klâsik Türk sanatını oluşturmuştur. Ancak biz bu büyük oluşumu, sanatın gücünü anlayıp çözümleyemiyoruz. Bu konularda derinlemesine bakış ve yaklaşımlarla Selçuklu tarihi ve sanatını anlamaya çalışmanın zamanı geldi.
Son yıllarda Konya ve çevresinde kervansarayların kazı ve restorasyonları artmış ve yeni bulgular ortaya çıkmıştır. Mimarlar Odası Konya Şubesi Kasım 2007’de “Selçuklu Çağımda Mimarlık” konulu bir sempozyum düzenlemektedir. 2008 yılı içerisinde Selçuklu Belediyesi ile ÇEKÜL Anadolu Selçuklu Şehirlerinin koruma sorunlarını ele alan bir sempozyum düzenlemeyi planlamaktadır. Bütün bu çalışmalar Selçuklu devrini daha iyi anlamamızı sağlayacaktır. Ancak Selçuklu tarihi ve sanatı üzerine özelde derinlemesine araştırma yapan, yapabilecek araştırmacılarımızın yetersiz olduğunu belirtmekte yarar vardır. Bu eksikliğin giderilmesi için üniversitelerimize ve özellikle Selçuk Üniversitesine büyük görevler düşmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder